MAHİR KARAKOÇ
  İLGİNÇ BİLGİLER
 

                                  İLGİNÇ Süleymaniye Camii'nin Sırları

 

1- Kanuni Sultan Suleyman, Süleymaniye Camii'nin yapılmasını tam 7 yıl beklemiştir.Bu işin uzunluğu ve halktan gelen söylentiler yüzünden inşaat halindeki camiiye bir gün teftişe gider.Camiinin içine girince Bir ikindi vakti içeri girdiğinde halkın söylentilerde dedikodusunu yaptığı gibi Üstad Mimar Sinan'ı elinde nargile ile camiinin ortasında bulur.
 

Bu uzun süre zarfında camii tamamlanmadığı için hafiften hiddetlenir ve "Bu ne iştir Mimarbaşı?" diye sorar. Bu sırada tömbeki olmayan nargilede sadece su çeken Mimar Sinan işin aslını anlatır. Meğerse Mimar Sinan camiinin akustiğini ölçmektedir.Yani, imamın sesini caminin her tarafına eşit bir şekilde nasıl duyururuzun peşinde koşmaktadır.
 

Mimar Sinan bunun için Anadolu'nun çeşitli yerlerinden 65 tane dev turşu küpü getittirmitir. Bu küpleri içleri boş, ağızları dışarıya gelecek şekilde kubbenin eteklerine dizdirerek bu işi becermiştir.Bu küplerin içi de yumurta akıyla sıvanmıştır...

 
2- Mimar Sinan Süleymaniye Camii'nin içerisine hava koridoru inşa ettirmiştir.Elektiriğin olmadığı bu dönemde kocaman Süleymaniye, ancak 275 dev kandiller ile aydınlatılabiliyordu.Burada oluşan sorun ise kandillerden çıkan islerdi.
 

Mimar Sinan bu islerin camiyi tahrip etmesinden ve cemaati rahatsız etmesinden korktuğu için orta kapının üzerine bir odacık yaptırmış, yapıtın içerisine açtığı oyuklar sayesinde de islerin burada toplanmasını sağlamıştır.İşin şaşırtıcı kısmı ise şu: Mimar Sinan bu odaya öyle bir nemlendirme sistemi kurmuştur ki, burada toplanan isler sayesinde dönemin en iyi mürekkepleri elde edilmiştir.
 
 

3- Bu mürekkeplerin kullanımı daha da şaşırtıcı.Bu odaya dolan islerden yapılan mürekkep ile Süleymaniye Camii'nin içerisindeki hat işlemeleri, süslemeler, yazılar yapılmıştır.Hatta devlet fermanları da bu mürekkep ile yazılırmış.Nedeni ise yapılan bu mürekkebin sıvı ile değişime uğramamasıymış.Yani ıslandığında boya dağılmıyormuş.Ancak tahrip edilmesi gerekiyormuş.Düşünün o çağda kullanılan teknoloji insanı hayrete koyuyor...

 
4- Bu odayla ilgili bir özellik ise çok daha şaşırtıcı.Mimar Sinan açtığı 2 oyuk sayesinde, isleri hava kanalına soktu.Oradan odaya doldurdu ve mürekkep elde etmeyi başardı.Peki bu sistem için kullandığı 2 oyuğun nerede olduğunu biliyor musunuz?...

 
O oyukları öyle bir yere koymuş ki, oradan caminin içine bakan bir insan birinden ya kocaman Allah (c.c) levhasını, diğerinden Muhammed ( s.a.v) levhasını görüyor.Bu ne biçim bir ölçüdür akıl sır ermiyor...
 

5- Caminin tüm ölçüleri müthiş bir düzene göre yapıldı. Öyle ki, caminin neresini seçerseniz seçin, hangi ölçülere bakmak isterseniz bakın her zaman karşınıza sayısal olarak Allah (c.c)kelimesi ve katları çıkmakta.Bunun yanında minarede ve kubbelerdeki ölçülerde ayrıca Pi saysı veya eğim açısı olan 23 sayısı da çıkıyor...

 
6- Mimar Sinan şaheserini Deve Kuşu yumurtaları ile de süslemiştir.Bu zaman kadar süs olarak nitelendirdiğimiz ve öyle sandığımız Deve Kuşu yumurtaları meğerse örümceklerin ağ yapmamasını sağlıyormuş...
 

7- Caminin 7 yıl sürmesi nedeni ile İran Şahı Kanuniye elmaslar gönderir mali sıkıntı olmasın diye.Bu işe Kanuni inirlenir ve "Bu caminin taşları bu taşlardan daha değerlidir" der ve Mimar Sinan'a verir.Mimamr Sinan'da bu taşları caminin minaresinde taş olarak kullanır.bu elmasları kullandığı minareye de "Cevahir Minaresi" denmektedir...

 
8- Ayrıca Mimar Sinan, caminin belli yerlerine o yerle ilişkisi olan ayetleri saklamıştır...
 

Bu özellikler gösteriyor ki, 458 yıl önceki teknoloji ile yapılan bu eser sadece ölçümler ile değil kalp terazisinden geçen şeyler ile de inşa edilmiştir.Allah Onlardan razı olsun..

=======================================================================================


Focus son sayisinda bugünün teknolojisiyle bile üretilmesi ve
açıklanması zor olan gizemli nesnelerden bazilarini tanitti.

Gelecegi gören harita

Cografya ve harita uzmani ünlü Türk denizci Piri Reis'in 1513'te
çizdigi Afrika, Amerika ve Güney Kutbu'nu gösteren harita, ortaya
çikarildigi 1929 yilinda ortaligi karistirdi. Çünkü Güney Kutbu'nun
kesfi, haritanin çizilmesinden çok sonra, yani 1818'de gerçeklesmisti.
Dahasi, Piri Reis'in haritasi, kitanin buz altinda kalmis sahil
kesimlerini de gösteriyordu.
Ancak kita üzerindeki buzlar, haritanin çizilmesinden tam 6 bin
yil önce erimisti.

=======================================================================================
2 bin yillik pil
Alman arkeolog Wilhelm Konig tarafindan 1938'de Irak'in baskenti
Bagdat'in yakinlarinda bulunan 2 bin yillik pil, bilim adamlarini
saskina düsürdü. Konig, 13 santimetre boyundaki toprak bir kabin içine
monte edilmis bir bakir silindir, onun etrafindaki demir çubuk ve
testinin agzini kapatan asfalttan olusan bu nesneyi "dünyanin en eski
pili" olarak tanimladi. Pilin
2 volt enerji ürettigi saptanirken, 1800'lü yularda modern pili icat eden
Alessandro Volta adli Italyan kontunun da söhretine gölge düstü.

======================================================================================
Bir nevi bilgisayar
1900 yilinda Girit açiklarindaki bir batikta arastirma yapan
bilim adamlari
ilginç bir cisme rastladi. Tahta bir muhafazanin içine yerlestirilmis
bir dizi bronz disliden olusan bu garip nesnenin kasasi, yüzeye
çikarildigi anda
dagildi ve cihazin içindeki karmasik yapi ortaya çikti. Yapilan
çalismalarin ardindan, bu aygitin Ay, Günes ve diger gezegenlerin konumlarini
hesaplamak ve istendigi anda bunlarin pozisyonlarina yönelik tahminlerde
bulunmak için gelistirildigi anlasildi.

=======================================================================================
Gizemli kuru kafa
Maya dönemine ait 1000 yillik bu kristal kuru kafa, tek bir blok
kristal üzerine oyma olarak yapilmis. Nasil yapildigi hala anlasilamayan kuru
kafanin altindan tutulan isik, dogrudan göz çukurundan yansiyor. Bu
teknolojinin bugün bile mümkün olmadigi söyleniyor.

=======================================================================================
Alüminyumdan kemer tokasi
M.S. 300'lü yillarda ölen Çinli general Çou Çou'nun mezarinda
1956 yilinda bulunan kemerin tokasi, yüzde 85 oraninda alüminyumdan yapilmis.
Ama dogada sadece bilesik olarak bulunan alimünyumun diger maddelerden
ayristirilarak tek bir madde olarak kullanilabilmesi ilk kez 19. yüzyilda
mümkün olmustu.

=======================================================================================
1000 yilda yapilan kent
Pasifik Okyanusu'ndaki Mikronezya adasi yakinlarina kurulu antik
Nan Madol kentinin insasi, M.Ö 200'de basladi ve 1000 yil sürdü. 250
milyon tonluk dev
bazalt bloklar kullanilarak yapilan bu kent, 100 yapay adayi
kanallarla birbirine bagliyor. Bu kadar bazaltin bölgeye nasil getirildigi ise
hâlâ sir.

=======================================================================================
Uzaylilara inis pisti
Peru'nun Pampa sahilindeki 450 kilometrekarelik alan üzerine çizili
motifler, M.O. 300 üe M.S. 600 arasindaki dönemi kapsayan hayvan ve
bitki sekillerini resmediyor. Nazca medeniyeti tarafindan yapildigi
düsünülen bu garip motiflerin, uzaylilar için bir inis pisti vazifesi gördügü öne
sürülüyor.

=======================================================================================
Concorde'un atasi
M.Ö 200'de yapildigi sanilan bu nesne, 1898 yilinda Misir'da bir
lahitte bulundu. Ancak gerçek uçaklar icat edilene kadar ne oldugu
konusunda kimse
bir fikir beyan edememisti. 1972'de arkeolog Halil Mesiha bunun bir
model uçak oldugunu, mükemmel bir aerodinamiginin bulundugunu ve
kanatlarinin
Çekicin sirri
Tahta sap ve demir tokmaktan olusan bu çekiç, 1936'da Teksas'ta
400-500 milyon yillik bir kayanin içine gömülü olarak bulundu. Modern bir
aletin tarih öncesi bir kaya kütlesinin içine nasil girdigi bir yana, çekiçte
kullanilan demirin günümüz demirlerinden bile saf olmasi bilim
adamlarini hayrete düsürdü.

=======================================================================================
Harçsiz tas set
Peru'nun Cusco bölgesindeki bir Inka kalesinin etrafini 360 metre
boyunca zikzak yaparak saran 9 metrelik setlerin yapiminda, tanesi 300 tona
varan kireçtasi bloklari kullanilmis. Ancak hiç harç kullanilmamasina ragmen
bu kayalar, arasina biçak bile sokulamayacak kadar mükemmel yerlestirilmis

 

=======================================================================================

Kazlar niçin ''V'' şeklinde uçar

Göç eden yaban kazlarının havada süzülürken “V” şeklinde bir formasyonla uçtuklarini görmüşsünüzdür... Bilim adamlari kazlarin neden bu şekilde uçtuklarini araştirmişlar ve;

1-) “V” şeklinde uçuldugunda, uçan her kuş, kanat çirptiginda arkasindaki kuş için, onu kaldiran bir hava akimi yaratiyormuş. Böylece “V” şeklinde bir formasyonda uçan kaz grubu, birbirlerinin kanat çirpişlari sonucu ortaya çikan hava akimini kullanarak uçuş menzillerini % 70 oraninda uzatiyorlarmiş. Yani tek başina gidebilecekleri maksimum yolu grup halinde neredeyse ikiye katliyorlarmiş.

2-) Bir kaz, “V” grubundan çıktığı anda uçmakta güçlük çekiyor. Çünkü diğer kuşların yarattığı hava akımının dışında kalmış oluyor. Bunun sonucunda, genellikle gruba geri dönüyor ve yoluna bu şekilde devam ediyor.

3-) “V” grubunun başinda giden kaz hiç bir hava akimindan yararlanamiyor. Bu yüzden digerlerine oranla daha çabuk yoruluyor. Bu durumda en arkaya geçiyor ve bu defa hemen arkasindaki kaz lider konumuna geçiyor. Bu degişim sürekli yapiliyor; böylece her kaz grubun her noktasinda yer almiş oluyor.

4-) Uçuş hizi yavaşladiginda gerideki kuşlar, daha hizli gitmek üzere öndekileri bagirarak uyariyorlar.

5-) Gruptaki bir kuş hastalanirsa ya da bir avci tarafindan vurulup uçamayacak duruma gelirse; düşen kuşa yardim etmek üzere gruptan iki kaz ayriliyor ve korumak üzere hasta yarali kazin yanina gidiyor. Tekrar uçabilene (ya da eger ölürse, ölümüne kadar) onunla beraber yarali kuşu asla terk etmiyorlar. Daha sonra kendilerine başka bir kaz grubu buluyorlar. Hicbir kaz grubu, kendilerine bu şekilde katilmak isteyen kazlari reddetmiyor...

=======================================================================================



YAKAMOZ, (Bioluminicence)


Türkçe okunuşu Biyoluminesans.
Genellikle yanlış bilinen "Yakamoz" ayışığının suya, denize vuran yansıması değildir. Yakamoz bir canlıdır, latince ismi Noctiluca Milliaris olan bu canlı, bir biçimde ateş böceğinin denizde yaşayan versiyonudur. Luminisens maddesini vücudunda barındıran bu canlıya dokunulduğunda bir ışık saçar. Bu canlı bir planktondur, yani milimetrik boyutlarda bir canlıdır. Bunlardan milyonlarcası bir araya geldiğinde geceleri bir kayık geçerken, veya bir balık sürüsü geçtiğinde bu canlılara çarparak ışık çıkartmalarına neden olurlar.

O yüzden balıkçı sandallarında yüksek bir direk ve bu direğin ucunda oturulacak bir yer vardır. Gırgır motorlarının köprülerinin çok katlı ve en üst kattan bile kumanda edilebiliyor olmalarının bir sebebi de budur. Balıkçılardan biri buraya oturarak ay olmayan geceleri balıkların yakamoz yaparak geçtikleri yolları görüp dümenciyi oraya yönlendirirler veya doğrudan kendileri tekneye (gemiye) kumanda eder. O yüzden Lüfer avlarken Lüks ışığı kullanılır, ışık balık gelsin diye değil misinanın değdiği, yakamozların çıkardığı ışıktan Lüfer korkmasın diye Lüks ışığı ile yakamoz ışığını öldürmek için kullanılır.

Kelimeleri harcarken yanlışlara düşmeyelim. Esasında Yakamoz (eğer göreniniz varsa bilir) olağan üstü bir şeydir, Yakamoz olduğunda denizde uzun floresan lambalar yanıyormuş gibi olur. Ama bunun için ay ışığı olmaması gerekir. Ay ışığında (daha baskın olduğu için) göremezsiniz. O kadar muhteşemdir ki, o anda tüm romantizm biter sanki uzaylılar gelmiş gibi denize yönelirsiniz. Birde Yakamozlu ve Ay ışıksız gecelerde denize girince pırıl pırıl uzaylı gibi olursunuz. Özellikle gece dalışlarında (scuba) dalış sonrası su yüzeyine çıkınca yakamozlar binlerce yıldız halinde parmaklarınızın arasından büyüleyici biçimde geçerler.

=======================================================================================

Akrepler Hakkında Bilgiler

3 hafta süreyle buz kalıbında dondurulan bir akrep, buz eritildiğinde yürüyüp normal hayatına devam eder.
Akrepler 1 sene aç ve susuz yaşarlar.
Kopan organları yeniden ortaya gelir.
Radyasyona çok dayanıklıdır.
Çiftleşme sonucu dişi akrep erkeğini yer.
Eğer akrebin etrafını ateşle çevirirsen, akrep kendini sokarak öldürür.
Çölde yaşayan bir akrebin zehiri, akrep ne kadar susuz kalırsa o kadar kuvvetli olur.

=======================================================================================

Örümcek Ağının Özellikleri

Örümcekler günümüz teknolojisinin bile çözemediği inanılmaz canlılardır. Örümcek ağının çok özel nitelikleri olan sağlamlık ve esneklik bugüne kadar taklit edilemedi. Aynı çaptaki bir çelik telden iki kat daha güçlü olan bu doku ne kadar çekilirse çekilsin orijinal durumuna dönecek kadar esnektir. Örümcek ağları kendine yüksek hızla çarpan nesneleri yırtılmadan esneyerek frenler. Tekrar gerisin geriye yaylanmadığından nesne ters yöne fırlamaz, yapışır kalır. Örümcek ağının esneme kapasitesi bugün yapay olarak üretilmiş en iyi telin neredeyse dört katıdır. Bu maddeyi yapay olarak elde etmeyi hala başaramayan bilim insanlarının örümcek çiftliği kurup, örümcekleri sağarak, ipliklerini aldıklarını biliyor muydunuz? Yaklaşık 2,5 santimetre boyundaki bu örümceklerden günde hayvan başına 320 metre (yaklaşık 3-5 gram) iplik elde ediliyor ve bu iplikler ABD ordusuna kurşun geçirmez yelek yapmada kullanılıyor. Dünyada 34 bin örümcek cinsi tespit edilmiştir. Yani her cins örümcek farklı özellikler taşır. Örümceklerin hepsinde zehir bezleri vardır, ama karadul örümceği, kahverengi örümcek gibi çok az türü insana zarar verebilir. Dünyanın en büyük örümceği ise Güney Amerika'nın kuzey kısmında yaşayan 'Goliath Tran-tula' isimli dev örümcektir. Erkeğinin bacağının boyu 25 santimetreyi bulur. Kurbağalan, kertenkeleleri, fareleri ve hatta küçük yılanları yakalayıp yiyecek kadar güçlüdür. Örümcekler, diğer böceklerden farklı olarak sekiz bacağa ve sekiz göze sahiptirler. Büyüme safhasında bir bacak kınlırsa yerine yenisi gelebilir. Vücutları iki parça olup arka kısmındaki bezlerden ağ üretimi başlar, buradaki çok ince deliklerden sıvı ve damlalar halinde verilen ağ malzemesi dışarı çıkar çıkmaz donar. Örümcek ağının her tarafı yapışıcı değildir. Kurban ağa yakalanınca yapışkan kısmı bildiklerinden kendileri de ağa yakalanmadan onun yanına kadar giderler. Örümcek ağını amacına göre farklı şekillerde örer. Ağdaki ipliklerin de cinsleri yerlerine göre farklıdır. Yumurtaların sarmalanması için ürettiği yumuşak iplik onu aynı zamanda bir uçurtma gibi uçurabilir. Ağın ana yapısı, dairesel kısımları, avı yakalayacak kısmı için elastikiyetleri ve sağlamlıkları farklı ipler üretir. Örümceklerin birçok türünde erkeğine göre 4 - 5 kat büyük olan dişinin çiftleştikten sonra erkeğini yediği doğrudur. Ancak bu erkeklerin bir gecelik zevk uğruna katlandıkları bir sonuç değil, kendi nesillerini devam ettirebilmek, kendi evlatlarını üret-tirebilmek için kendilerini dişiye kurban etmeleridir.

=======================================================================================

Burnunu Isıran Adam

=======================================================================================

Bir Köpek Yaşı Neden 7 İnsan Yaşına Eşittir

Evlerinde köpek bulunduranlar, köpeklerinin yaşlarını insan yaşı ile mukayese edebilmek için, her bir köpek yaşının yedi insan yaşına eşit olduğunu ileri sürerler. Peki bu doğru mudur? Tam olarak değil. Bu konuda üretilen çeşitli formüller var ama en basit ve akla yatkın olanı şu; Köpeğin birinci yaşı - 21 insan yaşı Köpeğin ondan sonraki her yaşı = 4 insan yaşı Buna göre 7 yaşında bir köpeğiniz varsa, insan ömrüne göre 21 + (6 x 4) = 45 yaşındadır. Bu hesaba devanı edersek 10 yaşındaki bir köpek insanın 57, 15 yaşındaki ise 77 yaşındaki ömrünü sürmektedir. Bu hesap şekli akla daha yatkındır. Bir köpek yaşı yedi insan yaşına eşittir düşüncesi ile seksüel olgunluğa erişmiş bir yaşındaki bir köpek yedi yaşındaki bir çocuk ile, 15 yaşındaki bir köpek ki, birçok köpek bu yaşa ulaşabiliyor, 105 yaşındaki istisna ve az bulunur bir ihtiyarla eşleştirilmiş olur ki, bu da akla pek uygun gelmiyor.

=======================================================================================

5000 Yıllık Buz Adam ( +16 )


Alplerde olay: Hauslabjoch'ta bulunan ceset. Ölü adamın kimliği henüz tespit edilemedi. Cesedin yanında bulunan eşyalardan, kazanın on dokuzuncu yüzyılda olmuş olacağı tahmin ediliyor. POLİS RAPORU, KONRAD SPİNDLER'DEN, 1994.

19 Eylül 1991'de iki Alman dağcısı modern çağlardaki mükemmel korunmuş ilk en eski insan cesedini buldular. Yer İtalyan Güney Tiroller'inde, Avusturya uluslararası sınırından yalnızca 90 metre berideydi. Alpler'in bu bölümü, adını dar ve uzun Ötztal Vadisi'nden alan Ötztaler Alpleri olarak bilinir.

Ceset günümüzde bir Avusturyalı gazetecinin, vadinin adından yola çıkarak "Ötztal" ve Himalayalar'daki efsanevi dev kar adamını simgeleyen "yeti" sözcüklerinden türettiği "Ötzi" adıyla anılmaktadır. Ancak çoğu kimse ondan, yalnızca "Buzadam" olarak da söz eder.

Bu keşfin ıssızlığı Buzadam'ın sonunun nasıl geldiği konusunda pek çok varsayımın ortaya atılmasına neden olmuştur. Bilimsel analizler adamın kişisel sağlığı, yanında taşıdıkları ve cesedinin yakınlarında bulunan malzemeleri hakkında pek çok ayrıntı sağlamıştır. Buzadamın kimliğini gösteren ve arkeologların, Alpler'in o yüksek noktasında ne aradığı konusunda varsayımlar ileri sürmelerini sağlayan bu malzemelerdir.
[Resim: giz184.jpg]

1991 Eylül'ünde hâlâ kısmen buzlar içinde sıkışmış olan Buzadam. Gövdesinin üst kısmı buzdan kurtarılmış. Ceset İnnsbruck'taki Adli Tıp Enstitüsü'ne kaldırıldıktan sonra yaşı ve önemi anlaşılmıştır.

BEDEN, GİYSİLER VE MALZEMELER

Cesedin 25 ile 45 yaşlarında bir adama ait olduğu anlaşılmıştır. Çok iyi korunmuş olması, hücrelerin moleküler yapısının da günümüze kalmasını sağlamıştır. Bu olağanüstü korunmanın nedeni Buzadam'ı ölümüne götüren ve ölümden sonra da devam eden bir dizi olaydır. Adamın erken bir sonbahar tipisine tutulduktan sonra öldüğü tahmin edilmektedir.

Üzerini örten ince kar tabakası, ceset sonbahar rüzgârlarıyla kururken böcek larvalarının saldırısını önlemiştir. Kısacası burada yalnızca doğal bir "dondurarak kurutma" olayı yaşanmıştır. Yoğun karlı bir kış başladığında cesedin durumu artık büyük ölçüde sabitleşmişti.

Daha güvenilir olması için dört ayrı laboratuvarda yapılan hücrelerin radyokarbon testlerinde, bu olayların İÖ 3300 ve 3200 yılları arasında yeraldığı tespit edilmiştir. Ceset 1991 Temmuz'unda rüzgârın sahradan taşıdığı tozların da hızlandırmasıyla başlayan kar erimesine kadar 5000 yıl orada gömülü kalmış olmalıdır.

Buzadamın korunması böylece esrarengiz olmaktan çok şaşırtıcıdır ve yanında taşıdığı eşya gerçekten ortaya pek çok sorunun çıkmasına neden olmuştur. Buz oyuğunun içinde yatan cesedin çevresinde, sapı porsuk ağacından bir bakır balta, tamamlanmamış bir yay, karaçam tahtası ve hayvan derisinden yapılma bir sırt çantası, bir çakmaktaşı bıçak ve kını, iki çakmaktaşı uçlu oku ve on iki tamamlanmamış oklu geyik derisinden bir sadak ve kemerine asılı buzağı derisinden bir kese vardı.
[Resim: giz185.jpg]

Ötztal cesedi ve malzemelerinden bazıları. Tahta sapına bağlı bakır balta cesedin yakınlarında bulunmuş ve yaşı hakkında ilk belirtileri sağlamıştı.

Bunların yanı sıra, giysilerinin parçaları da günümüze kalmıştı: Hayvan postundan bacak sargıları, pançoyu andıran bir dış giysi, içlerine sıcak tutması için ot doldurulmuş deri ayakkabılar ve bir yer örtüsü ya da battaniye olabilecek otlardan bir pelerin.

Sıcak tutan ve günümüzün sugeçirmez malzemelerinin yokluğuna rağmen, bu giysiler de, en azından kış ayları dışında sert Alp iklimi için yeterli görünüyordu. Ama aynı şey Buzadam'ın taşıdığı malzemeler için söylenemez. Yayının ve oklarının çoğunun bir avlanma ya da saldırıya karşı koyma için tamamlanmamış olması, Ötzi'nin bu yolculuk için iyi hazırlanmış olmadığını göstermektedir.

Ayrıca, adam çok sağlıklı da değildi. Tırnaklarından birinin analizinden, ölmeden önceki altı ay içinde en az üç kere ciddi bir hastalık geçirdiği anlaşılmıştı (tırnaklarının büyümesi kesintiye uğramıştı). Adamın sırtının altında, sol bacağında ve sağ diz ve ayak bileğinde dövmeler vardı.

Bunlar süs olabilirse de, Buzadam'da kireçlenme olduğu anlaşıldığına göre dövmelerin tedavi edici bir işlevleri de olmuş olabilir. Adamın bağırsak muhteviyatının analizi, Buzadam'da kronik ishale neden olabilecek bir bağırsak iltihabı olduğunu da göstermiştir. Ancak en ciddisi, kaburgalarının sekizinin çok uzun olmayan bir süre önce kırıldığının da saptanmış olmasıydı.

Kemikler kaynamaya başlamıştı bile. Bu da Buzadam;ın bir şiddet olayına karışıp köyünden kaçtığı ve henüz tamamlanmamış malzemesiyle Alpler'den geçerken erken bir kış fırtınasına tutulduğu varsayımlarının ortaya atılmasına neden olmuştur.
[Resim: giz186.jpg]
( Yukarda ) Buzadamın malzemeleri ve peleriniyle canlandırılmış hali. Sazdan ya da ottan yapılma pelerinler 18. yüzyılda Avrupa'nın bazı yerlerinde hâlâ giyilmekteydi. (Aşağıda ) Tamamlanmamış yay ve oklar. Buzadam eğer avlanmaya niyet etmişse hiç de İyi hazırlanmış değildi.

ÇOBAN MI, ŞAMAN MI?

Buzadam hakkında başka yorumlar da mümkündür. Bunlardan biri de adamın bir çoban olmasıdır. Gövdesindeki yosunlarda yapılan incelemeler, bunların Alpler'in güneyinden geldiği göstermektedir ki, bundan da adamın, öldüğü yerin yalnızca 20 kilometre güneyinde olan Vinschgau'lu olduğu sonucu çıkarılabilir.

Pollen, adamın sonbahar başlarında öldüğünü ileri sürmüştür: Bu takdirde sürüsünü yaylalarda otlatan sağlıksız bir çoban olduğu da düşünülebilir. Buzadam, bulunduğu sığ oyuğa şiddetli ama erken bir fırtınadan korunmak için sığınmış ve orada donup ölmüş de olabilir.

Ancak herkes böylesine yavan bir açıklamayla yetinecek değildi. Bazıları Buzadam'ın bir şaman ya da bir ritüel uzmanı olduğunu iddia etmiştir. Tamamlanmamış avcılık malzemesi, dövmeler, beyaz mermerden delikli ve deri püsküllü bir boncuk bu iddiayı desteklemek için kullanılmıştır. Bilindiği gibi şamanlar genelde ıssız yerlerde ruh dünyasıyla ilişki kurarlar ve bu da onun yüksek dağlara çıkışını açıklayabilir.
[Resim: giz188.jpg]
Uluslararası bir uzmanlar ekibi, Buzadam'ın yaşını, sağlık durumunu ve ölüm nedenlerini ayrıntılı bir incelemeyle araştırmışlardır.

Etnografik örnekler parlak ya da cilalı taşların özel bir önem ya da güç taşıdığına inanıldığını göstermektedir. Buzadam'ın samanlığı konusundaki kanıtların pek fazla olduğu söylenemezse de, bu da kolay kolay gözardı edilmeyecek bir olasılıktır.

Cesedin böyle korunmuş bir biçimde bulunması, onu başka şeylerle kıyaslama olanağı vermemektedir. Daha fazla kanıt olsaydı Buzadam'a, ritüel ya da dini bir statü vermeye bu kadar istekli olmazdık. Malzemesinin garipliğine rağmen onu hayattaki konumuna göre değil, İÖ 4. binyıl sonlarında Alpler'in yükseklerinde yaşayan bir toplumun kaderi ve cesediyle önem kazanan tipik bir üyesi olarak değerlendirirdik.

 

[Resim: giz189.jpg]
Cilalı mermer bilya ve bağlı püsküller, Buzadam'ın bir şaman olduğu iddiasına yol açmıştır.

 

 
 
  Bugün 10 ziyaretçi (19 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol